“Üsküp” Gezisinden Mülahazalar

Talha KARADAYI
7 min readFeb 20, 2024

--

2023 yılının 23 Ağustos’unda ayak bastığımız Skopje, sahip olduğu tarih, sosyoloji ve çehresi ile bize farklı duygular yaşatan bir şehir olmuştu. 26 Ağustos Cumartesi akşamında Arnavutluk’a doğru yola çıkarken arkamızda bıraktığımız şehir ise artık bizden biri haline gelmişti. Es cümle, Türklerin söylemi ile o artık Üsküp’tü…

Üsküp bizi de kâh sevindirmiş, kâh üzmüş, kâh şaşırtmıştır. Tanıdık lehçeler, çehreler ve mimarilerin yanı sıra bize yabancı bir kültürü ve yapıları da barındıran Üsküp, tam anlamıyla barış içerisinde bir arada yaşamanın timsali gibi gözüküyor.

Kuzey Makedonya Arkeoloji Müzesi (solda)

Öncelikle belirtmek gerekir ki, heykeller şehri olarak da anılan Üsküp, Doğu ile Batı kültürünün bir arada gözlemlenebileceği şehirlerden birisi. Bir Avrupa başkenti inşa etme vizyonuyla yola çıkılan ve 2010–2014 yılları arasında imar edilmiş heykellerin ve Neo-klasik tarzdaki yapıların neticesinde Üsküp, Osmanlıdan miras aldığı öz kimliğine sırtını dönmüş, üzerine oturmayan Avrupalı gömleğini giymeye çabalar gibi hissettiriyor. Hatta bu heykel furyası öyle bir seviyeye ulaşmış ki halk arasında “Makedonya nüfusunun %70’i Makedon, %20’si Arnavut, %10’u da heykellerden oluşmaktadır” denilmeye başlanmış.

Vardar Nehri kenarında ve Türk Çarşısı girişindeki heykellerden örnekler

Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı Taş Köprünün bulunduğu Vardar Nehri şehri sosyolojik olarak ikiye bölüyor. Bunun ne kadar keskin olduğunu izah etmek için başımdan geçen şu olaya kulak vermeniz yeterli olacaktır: Vardar Nehri’nin güney yakasında büyük bir alışveriş merkezinde görevliye mescit olup olmadığını sorduğumuzda aldığımız cevap “Nehrin öteki tarafına geçiniz” olmuştu. Nüfusunun %30’dan fazlası Müslüman olan Makedonya’da mescitlerin ve camilerin yaygın olması, en azından her yerde az da olsa yaşam alanı edinmiş olması gerekir diye düşünüyorsunuz. Ancak nehrin bir tarafında 200 metrede bir cami ve mescide denk gelirken, öteki tarafında bir mescit bile bulamamak şaşkınlık verici. Bu durumun da Üsküp’ün şahsına münhasır bir özelliği diye düşündürüyor bizleri.

Taş Köprü

Artık tanıdık çehrelerin, lehçelerin ve eserlerin bulunduğu doğu yakasından bahsedelim biraz. Taş Köprüden geçtikten ve Büyük İskender’in heybetli heykelini solladıktan sonra sizi resmi adıyla Eski Çarşı (Old Bazar) halk arasındaki kabulü ile Türk Çarşısı karşılamakta. Artık nehrin doğu yakasındayız ve burada karşılaşacağınız manzara; adım başı Osmanlı camileri, hanları, hamamları, ahşap Safranbolu evleri, Türkçeyi Türk kadar bilen esnafı ve Türkiye’den gelmiş dil, din, sanat ve kültür alanlarında hizmetlerde bulunan dernekler, vakıflar ve kurumlar.

Türk Çarşısı

Vaktimizin çoğunu adım adım ecdadın eserlerini gezmeye ve sosyolojisine aşina olmaya ayırdığımız Vardar Nehrinin doğu yakası üzerine konuşulması gereken çok şey var. İlk olarak dikkatimizi çeken hususlardan birisi halkın neredeyse tamamına yakınının anlaşabilecek düzeyde Türkçeyi biliyor olmasıydı. Öyle ki İngilizce konuşmaya çalıştığım bir polis memurunun İngilizce konuşamadığı için bana “Türkçe biliyor musun?” diye sorması artık pes dedirtmişti. Bu durum biz Türkler için bir övünç kaynağı olmak ile birlikte, bir konfor alanı da oluşturuyor. Türkiye’den insanlarımız rahatlıkla kalkıp Üsküp’e gidebilir ve her hangi bir iletişim problemi yaşamadan bu bizden şehri keşfedebilir.

Bir çay ocağının / kahvenin içerisinde denk geldiğimiz tablolar ve Türk forması

Diğer bir dikkatimizi cezbeden ve yadırgadığımız husus ise adım başı Osmanlı eserlerine ve camilerine denk geldiğimiz bu şehirde, camilerin namaz vakitleri dışarısında kapalı tutulması ve kadınlara özel tuvalet, abdesthane ve namaz bölümünün bulunmayışı olmuştur. Camileri ziyaret etmek veya namaz kılmak istiyorsanız ezan okunduğunda cemaat ile camide hazır bulunmalısınız. Biz de bunu fırsat bilerek eşimle her bir vakti başka bir camide kılacak şekilde kendimizi ve vaktimizi ayarlamıştık. Bu vesile ile akşam namazında cemaate yetiştiğimiz, mahalle arasında kalmış küçük ancak tarihi bir camii olan Hacı Balaban Caminde Adnan abiye tanışmak nasip oldu. Sık sık Türkiye’ye gelen Adnan abi Üsküp’ün ve Makedonya’nın tarihine, sosyolojisine, Müslüman ahalinin ahvaline gayet hâkim, donanımlı 60’larında bir arif. Camilerde neden kadınlar için namazlık bölümü, şadırvanı ve tuvaleti olmadığını sorduğumuzda, bize Makedonya’daki Müslüman kadınların camilerde namaz kılma alışkanlıklarının olmadığını bu sebepten dolayı da camilerde kadınlara özel bölümlerin bulunmadığını anlattı. Ek olarak bazı camilerin başında bekleyeni olmadığı için güvenlik nedeniyle kapatıldığını da ekledi.

Adnan abi ve Hacı Balaban Camii

Bu konuyla ilgili yaşadığım hoş bir anımı da paylaşayım sizlerle. Türk Çarşısının hâkim tepesinde ecdadın bıraktığı eserlerden biri olan Mustafa Paşa Camii vardır. Adnan abi bu caminin imamının Türkiye’den gönderilmiş bir imam efendi olduğunu söyledi ve mutlaka bir vakitte ziyaret etmemizi tavsiye etti. Biz de bir akşam vakti Mustafa Paşa Camiine gittik. Geç vakte kalmış ikindi namazını kıldıktan sonra akşam namazı öncesinde abdest tazelememiz gerekti. Camiden çıkarken yaşlı bir zatı gözüme kestirdim ve Türkçe konuşabileceğini düşünerek kendisine “Kadınlar için lavabo ve abdesthane var mıdır?” diye sordum. Buna karşılık zat-ı mübarek “Hayır yok. Görüyorsun, bunlar kadınlar için bir lavabo bile yapmıyorlar. En iyisi mi sen bırak, çık bu dinden ” diye cevap verdi. Aldığım cevap beni afallatmıştı ve ne demek istediğini tam olarak anlamamıştım. Bu diyalog yaşanırken zatın hemen arkasında genç bir sima tebessüm ederek bizi seyrediyordu. Velhasıl bir şekilde ihtiyacımızı giderdik ve cemaate yetişerek akşam namazını eda ettik. Fark ettim ki o genç sima imam efendi imiş. Kıraati ile bizi mest eden Fatih Hoca ile tanışmak için namaz sonrası yanına gittim. Biraz konuştuktan sonra Fatih Hoca “Caminin avlusunda tanıştığın ve konuştuğun kişi Alija İzetbegovic’in yakın dava arkadaşlarından biridir. Mübarek bir zattır. O sana şaka yaptı ama sen anlamadın. Bulabilirsen git ve duasını al” dedi. Ben o zat-ı mübareği bulamadım ama bu anı da bir Üsküp mirası olarak yazıldı hafızama.

Mustafa Paşa Camii

Daha sonrasında anladık ki bahsettiğim bu kadınlara özel lavabo, şadırvan veya namaz kılma bölümlerinin olmayışı balkan ülkelerinin ekseriyetinde aynıymış.

Vurgulamak gereken bir nokta daha var ki, Türkiye Cumhuriyeti olarak; TİKA, Belediyeler, dernek ve vakıflar aracılığıyla Üsküp’e ciddi anlamda hamilik yapmaktayız (https://tika.gov.tr/faaliyetlerimiz/). Hâlihazırda Türk Çarşısını da içine alan Üsküp Çayır Belediyesi ile Bursa Belediyesi kardeş belediye olarak kabul edilmekte. Öyle ki, Bursa Belediyesi Üsküp’ün fatihi ve uç beyi olan Yiğit Paşa’nın kaybolan kabrini bularak ortaya çıkarmış, ihya ederek hemen yanına da bir kütüphane ile cami inşa etmiştir (https://yenibalkan.com/tr/kultur/uskup-fatihi-yigit-pasanin-turbesi-acildi). Bunun gibi başka hizmetlerle de adını andırmaya devam etmektedir.

Ancak şahit olduğumuz bazı manzaralar sevincin yanında hüznü de getirmiyor değil. TİKA’nın restore ettiği ve balkanların tek selatin camisi (Sultan tarafından yaptırtılan) olan II. Murad Hünkâr Cami’ni ziyaret ettikten sonra avlu kapısından çıkıp 50 metre yürüdüğünüzde İshak Bey’in türbesine denk geliyorsunuz. Yiğit Paşanın evlatlığı ve kendisinden sonra Üsküp uç beyi olarak hizmet eden ve döneminin en kudretli uç beyleri arasında yer alan İshak Bey, Üsküp ve Osmanlı Devleti için en önemli şahsiyetler arasında gelir. II. Murad Üsküp’e onun döneminde kendi adına cami yaptırmıştır. Hatta kabrine 500 metre mesafede kendi adına yaptırdığı (diğer adı Alaca Camii) ve yine TİKA’nın restore ettiği bir camii vardır kinefis bir zarafete sahip olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Bunun yanı sıra Üsküp’teki Sulu Han, çifte hamam ve birçok eserin yaptırıcısıdır.

İshak Bey’in bakımsız türbesi ve İshak Bey (Alaca) Camii

Bu önemli şahsiyetin kabrini ziyaret ettiğimizde karşılaştığımız manzara maalesef bizi üzdü. İshak Beyin türbesi restore edilerek güzel bir bahçe ve avlu ile ihya edilmesine karşın, bakımsız bırakılışı ve duvarlardaki sprey boyaların çirkinliği yürekleri burkuyor. Umarız bu durum bir an önce düzelir diye ümit ediyoruz. Ek olarak hem Üsküp’te hem de ziyaret ettiğimiz diğer Balkan şehirlerinde görüyoruz ki: Bir yere sahip çıkılmışsa biz sahip çıkmışız, bizim sahip çıkmadıklarımıza ise kimse sahip çıkmamış. Bu duruma üzülmek ile birlikte aslında her şeye rağmen ne kadar büyük bir devlet olduğumuzu da hatıra getirmeden edemiyoruz.

Bu coğrafya ve insanı ile o denli iç içe geçmişiz ki oraya yapılan hizmetler kendimize yaptığımız hizmetten öte değil. İshak Beyin türbesinden 50 metre daha ilerlediğinizde Gazi İsa Bey Camine varıyorsunuz. İshak Beyin oğlu olan ve kendisinden sonra Üsküp uç beyliği yapan, Varna ve II. Kosova savaşlarında önemli yararlılığı dokunan İsa Beyin yaptırdığı bu caminin avlusunda dolaşırken karşılaştığımız bir mezar taşı bu iç içe geçmişliğin bir abidesi oldu resmen: “Üsküplü şair Yahya Kemal Beyatlı’nın muhterem anneleri cennetmekân Nâkıye Hanım burada metfundur.”

Gazi İsa Bey Camii ve Yahya Kemal’in annesinin mezarı

Son olarak Üsküp’e gidecek olan arkadaşların mutlaka Matka Kanyonu’nu da ziyaret etmelerini tavsiye ederim. Merkezden yaklaşık 20km uzakta bulunan Matka Kanyonu sıcak bir Üsküp gününde bizi ziyadesiyle serinletti. Kanyonun içerisinden akan ve şehir merkezinde Vardar Nehri ile birleşecek olan Treska Nehrinin buz gibi suyu kanyonun havasını oldukça serinletmiş durumda. Ancak suyun soğukluğuna aldırmadan insanların burada yüzdüğünü ve serinlediğini görebilirsiniz. Kanyon boyunca yapacağınız yürüyüş ve dilerseniz katılacağınız tekne ve kano turları dinginliğinizi arttıracaktır.

Matka Kanyonu

26 Ağustos Cumartesi günü artık Üsküp maceramızın son günüydü ve Tiran’a geçmek için akşam saat 21.00'a otobüs biletimizi aldık. Karayolu taşımacılığı konusunda da oldukça şaşırdığımız şeyler oldu. Bunlara da değinmeden edemeyeceğim. Öncelikle hangi otobüs firmasından bilet alırsanız alın, koltuk numarasının belirlenmesi diye bir uygulama yok. Çalışanın “boş gördüğünüz yere geçeceksiniz” dediğinde şaşkınlıktan durumu kavramamız birkaç saniyemizi aldı açıkçası. Diğer bir ilginç nokta ise aldığınız biletin vergisini ayrıyeten ödüyor olmanız. Türkiye’den yurtdışına çıkışlarda alınan Harç Vergisi gibi, Makedonya’da da alınan biletlerin vergisini otobüse binmeden önce vezneye giderek ödemek durumundasınız. Son olarak yolculuk yaptığımız otobüsün bizim Türkiye’de yaklaşık 15–20 yıl önce kullandığımız standartlarda olması ve otobüste muavinin bulunmayıp, bir dolmuş gibi şoförün alelacele her şeyi kendisinin halletmeye çalışması garipsediğimiz başka bir durumdu. Bu arada küçük bir minibüsten değil, büyük yolcu otobüslerinden bahsediyoruz. Her şeye rağmen tek şerit gidiş-tek şerit geliş o sarp zorlu yolları aşıp Tiran’a ulaşabildiğimiz için şükrediyor ve şoförün maharetini taktir ediyoruz.

Esenlik üzerine kalasın Üsküp…

--

--